info@idarevehukuk.com
Nursanlar 2 Plaza, Bayraktar Sk. No:9 D:39 Cevizli/Kartal/İSTANBUL

GenelKentsel Dönüşüm HukukuYENİLEME ALANLARI VE İPTAL DAVASI

8 Mayıs 20170

1. 5366 SAYILI KANUNUN AMACI VE KAPSAMI

5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkındaki Kanun 05.07.2005 tarih ve 25866 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olup, Kanun’un amaç ve kapsamı 1. maddesinde; “Bu Kanunun amacı, büyükşehir belediyeleri, büyükşehir belediyeleri sınırları içindeki ilçe ve ilk kademe belediyeleri, il, ilçe belediyeleri ve nüfusu 50.000’in üzerindeki belediyelerce ve bu belediyelerin yetki alanı dışında il özel idarelerince, yıpranan ve özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş; kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarınca sit alanı olarak tescil ve ilan edilen bölgeler ile bu bölgelere ait koruma alanlarının, bölgenin gelişimine uygun olarak yeniden inşa ve restore edilerek, bu bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturulması, tabiî afet risklerine karşı tedbirler alınması, tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılmasıdır. Bu Kanun, yukarıda belirtilen amaçlar doğrultusunda oluşturulacak olan yenileme alanlarının tespitine, teknik altyapı ve yapısal standartlarının belirlenmesine, projelerinin oluşturulmasına, uygulama, örgütlenme, yönetim, denetim, katılım ve kullanımına ilişkin usûl ve esasları kapsar” şeklinde açıklanmıştır. Bu yasal düzenleme tarihsel süreç içerisinde yapısal, işlevsel, kullanım ve kültürel özelliklerini kaybetmiş sit alanı olarak tescil ve ilan edilen bölgeler ile bu bölgelere ait koruma alanlarının yeniden inşa ve restore edilerek, günümüz yaşamsal özelliklerine uygun duruma getirilmesi, tabiî afet risklerine karşı tedbirler alınması ihtiyacından doğmuştur. Kentleşme olgusunun dengesiz biçimde gelişmesi sonucunda ortaya çıkan çarpık kentleşme ve altyapı sorunları bu ihtiyacın ortaya çıkmasında en büyük etken olup, kültürel ve tarihi taşınmazların yer aldığı bölgelerde yaşanan köhneleşme olgusunun da giderilmesi için 5366 sayılı Kanun çerçevesinde yenileme alanı olarak tespit edilen yerlerde kentsel dönüşümün gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir. Bu Kanun’un en önemli özelliği ise sit alanı veya koruma alanı olan bölgelerde kentsel dönüşüm faaliyetlerinin nasıl yürütüleceğine dair düzenlemeler içermesidir.

2. YENİLEME ALANININ TESPİTİ

5366 sayılı Kanun çerçevesinde kentsel dönüşüm faaliyetinin yapılabilmesi için öncelikle yenileme alanlarının belirlenmesi gerekmektedir. Bu belirleme yine kanunda belirtilen idari makamlarca tespit edilerek “yenileme alanı” olarak ilan edilir.
5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilererek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun ve bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği uyarınca kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurulunca sit alanı olarak tescil ve ilan edilmiş olan bölge ve bu bölgelere ait koruma alanları içinde yer alan yıpranmış ve özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş olan alanlar yenileme alanı olarak belirlenebilir.
Yenileme alanlarının tespitinde yetkili idarenin kim olduğu “Alanların Belirlenmesi” başlıklı 2. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre yenileme alanları; il özel idarelerinde il genel meclisinin ve belediyelerde belediye meclisinin üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ile belirlenir. İl özel idaresinde il genel meclisince ve büyükşehirler dışındaki belediyelerde belediye meclisince bu konuda alınan kararlar, Cumhurbaşkanına sunulur. Büyükşehirlerde ise ilçe belediye meclislerince alınan kararlar, büyükşehir belediye meclisince onaylanması üzerine Cumhurbaşkanına sunulur. Cumhurbaşkanı tarafından da projenin uygulanıp uygulanmayacağına üç ay içinde karar verilir. 5366 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin “Yenileme alanı tespitine ilişkin hazırlıklar” başlıklı 8. maddesinde; Yetkili idarenin öncelikle yenileme uygulaması yapacağı bölgeyi tespit ederek halihazır harita üzerinde koordinatlı olarak yenileme alanı sınırlarını belirleyeceği, belirlenen yenileme alanında tüm çalışmaları yapmak üzere uygulama birimi görevlendireceği, yenileme alanının tespitinde, tarihi ve kültürel özellikler ile afet risklerinin dikkate alınacağı düzenlemesine yer verilmiş, “Mevcut durumun tespiti” başlıklı 9. maddesi ile “yenileme alanı sınırı” tespit edilmeden yapılması gereken, tespitler olarak; mevcut durumun tespiti için, alanın halihazır yapısı ve haritaları, kadastral bilgileri, taşınmazların mülkiyet durumu, mevcut kullanım fonksiyonları, bölgenin nüfus yapısı, uluslararası anlaşmalardan doğan kazanılmış haklar ve buna benzer konulardaki gerekli bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yetkili idare tarafından belirlenen yenileme alanı sınırları içindeki tüm taşınmazlar, belediyece ve il özel idaresince hazırlanacak yenileme projelerinin kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurulunca karara bağlanmasını müteakip bu Kanun’a göre yapılacak yenileme projesi hükümlerine tâbi olurlar. Yenileme alanları olarak belirlenen bölgelerde il özel idaresi ve belediye tarafından hazırlanan veya hazırlatılan yenileme proje ve uygulamaları ilgili il özel idareleri ve belediyeler eliyle yapılır. İl özel idaresi ya da belediyenin bu uygulamaları yapılabilmesi için Kanun’da yenileme alanı içinde bulunan taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkı ve tasarruf yetkisine ilişkin düzenlemeler de öngörülmüştür.

3. YENİLEME ALANI İLANI KARARINA KARŞI İPTAL DAVASI

  • GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME
2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun “İlk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülecek davalar” başlıklı 24. maddesinin a) bendinde; Cumhurbaşkanı kararlarına Danıştay ilk derece mahkemesi olarak bakılacağı düzenlemesine yer verildiğinden, yenileme alanı ilanına ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararına karşı açılan davalarda ilk derece mahkemesi olarak Danıştay görevli ve yetkilidir.
  • DAVA AÇMA SÜRESİ
2577 sayılı Yasa’nın 7. maddesinden de açıkça anlaşılacağı üzere ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava açma süresi ilan tarihini izleyen günden başlar. Ancak, bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililer, uygulama işlemine dayanak teşkil eden düzenleyici işlem için öngörülen dava açma süresi geçmiş olsa dahi, düzenleyici işlem veya uygulama işlemi yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilirler. Bir bölgenin Bakanlar Kurulu Kararı ile yenileme alanı olarak ilan edilmesiyle artık bu alanın 5366 sayılı Yasa kapsamına dahil olacağı ve uygulamaların 5366 sayılı Yasa ve uygulama yönetmeliği hükümlerine göre yapılacağı gözönünde bulundurulduğunda, yenileme alanı ilanına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı; tipik bir düzenleyici işlem olmamakla birlikte bireysel işlem olarak da nitelendirilemez. Bu haliyle yenileme alanı ilanına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararları öğretide genel işlemler ya da ara işlemler olarak nitelendirilen işlemlerdendir. Bu durumda yargılama yapılırken dava konusu kararların hem düzenleyici işlemlere özgü hem de bireysel işlemlere özgü nitelikler taşıdığının göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bu çerçevede, 2942 sayılı Kanun’un 10. ve 14. maddeleri uyarınca kendisine yapılan tebligat üzerine kamulaştırma işleminin iptalini talep eden davacının, yine aynı tebliğ tarihinden itibaren kamulaştırma işleminin dayanağı niteliğinde olan yenileme alanı ilanına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararının iptalini de isteyebileceği açıktır.(Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 14.03.2019 tarihli ve 2018/370 E., 2019/1118 K. sayılı kararı)
  • DAVA AÇMA EHLİYETİ
Yargısal denetim amacıyla her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idari işlemlerde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçüler içinde menfaat ilişkisi bulunması koşuluna ihtiyaç vardır. Her olay ve davada, yargı merciine başvurarak dava açan kişinin menfaatinin, iptali istenen işlemle ne ölçüde ihlal edildiğinin takdiri de yargı mercilerine bırakılmıştır. İptal davası açılabilmesi için gerekli olan menfaat ilişkisi kişisel, meşru, güncel bir menfaatin bulunması halinde gerçekleşecektir. Başka bir anlatımla, iptal davasına konu olan işlemin davacının menfaatini ihlal ettiğinden söz edilebilmesi için, davacıyı etkilemesi, yani davacının kişisel menfaatini ihlal etmesi, işlem ile davacı arasında ciddi ve makul bir ilişkinin bulunması gerekmektedir. Aksi halde, kişilerin kendisine etkisi bulunmayan, menfaatlerini ihlal etmeyen idari işlemler hakkında da iptal davası açma hakkı doğar ve bu durum idarenin işleyişini olumsuz etkiler. İdari işlemlerin hukuka uygunluğunun yargı yoluyla denetimini amaçlayan iptal davasının görüşülebilmesi için ön koşullardan olan “dava açma ehliyeti” iptal davasına konu kararın niteliğine göre idari yargı yerince değerlendirilmektedir. “Uyuşmazlık konusu olayda, davacıların maliki oldukları taşınmazın Fatih Belediye Encümeni’nin 24/08/2018 günlü, 688 sayılı kararıyla kamulaştırıldığı, İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22/05/2019 günlü, E:2018/446, K:2019/180 sayılı kararıyla da, davacılar adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın Fatih Belediye Başkanlığı adına kayıt ve tesciline karar verildiğianlaşılmaktadır. Bu durumda, dava konusu taşınmazın mülkiyetinin Fatih Belediye Başkanlığı’na devredilmesi karşısında, davacıların dava konusu işlem ile kişisel meşru ve güncel bir menfaat ilişkisinin kalmaması nedeniyle, subjektif dava açma ehliyetinin bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.” (Danıştay 6. Daire, 25.12.2019 tarihli ve 2019/21180 E., 2019/15123 K. sayılı kararı) Anayasanın Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler arasında yer verdiği “Çevrenin korunması” hususu, hem herkes için “sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını”, hem de “çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek ” ödevini tüm vatandaşlar için “hak ve ödev” olarak düzenlenmiş bulunmaktadır. 6235 sayılı F3 Birliği Kanununun 2.maddesinde de, “…Mühendislik ve mimarlık mesleği mensuplarının, müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlakını korumak için gerekli gördüğü bütün teşebbüs ve faaliyetlerde bulunmak. Meslek ve menfaatleriyle ilgili işlerde resmi makamlarla işbirliği yaparak gerekli yardımlarda ve tekliflerde bulunmak, meslekle ilgili bütün mevzuatı normları, fenni şartnameleri incelemek ve bunlar hakkındaki görüş ve düşünceleri ilgililere bildirmektir.” birliğin kuruluş amacları arasında sayılmış, 13. maddesinde; “Lüzum görülen yerlerde Birlik Umumi Heyeti karariyle (Türk mühendis ve mimarları odaları) açılabilir.” hükmüne, 14. maddesinde; “Her ihtısas şubesi yalnız bir oda açar. İhtisas ve iştigal mevzuları ayrı olan mühendis ve mimarlar; ancak ihtısas veya iştigal mevzularının taallük ettiği odaya kaydolunurlar.” hükmüne, 19. maddesinde ise; “Odalar, bu kanunun 2 nci maddesinde belirtilen amaç için Birlik Umumi Heyetince kararlaştırılan işlerden yalnız odalarını ilgilendiren kısımlar ile görevlidirler.” hükmüne yer verilmiştir. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının idari işlemlere karşı kuruluş kanunlarında gösterilen amaçları doğrultusunda dava açma ehliyetleri bulunmaktadır. Bu bağlamda esasen çevre ve kültür varlıklarının korunması, kişilerin sağlıklı bir çevrede yaşamalarının sağlanması için idareye başvuruda bulunulması, yargı kararlarının uygulanmasının istenilmesi kural olarak gerçek kişilerin ve amaçları doğrultusunda kurulan kamu ve özel hukuk tüzel kişilerinin görev ve yetki alanına girmektedir. Davacı odalar; yasalara, kamu yararına, planlama ve şehircilik ilkelerine aykırı gördükleri işlemleri kendi kuruluş amaçları doğrultusunda dava konusu yapma ehliyetine sahiptir. (Danıştay 6. Daire, 16.05.2019 tarihli ve 2015/6646 E., 2019/4389 K. sayılı kararı) Özellikle çevre, tarih ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını ilgilendiren konularda dava açma ehliyetinin geniş yorumlanması çevreyi geliştirmeyi, çevre sağlığını korumayı ve çevre kirliliğini önlemeyi Devlete bir ödev olarak veren, ayrıca herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu belirten Anayasa’nın 56. maddesinin zorunlu bir sonucudur.            

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

1. 5366 SAYILI KANUNUN AMACI VE KAPSAMI

5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkındaki Kanun 05.07.2005 tarih ve 25866 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olup, Kanun’un amaç ve kapsamı 1. maddesinde; “Bu Kanunun amacı, büyükşehir belediyeleri, büyükşehir belediyeleri sınırları içindeki ilçe ve ilk kademe belediyeleri, il, ilçe belediyeleri ve nüfusu 50.000’in üzerindeki belediyelerce ve bu belediyelerin yetki alanı dışında il özel idarelerince, yıpranan ve özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş; kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarınca sit alanı olarak tescil ve ilan edilen bölgeler ile bu bölgelere ait koruma alanlarının, bölgenin gelişimine uygun olarak yeniden inşa ve restore edilerek, bu bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturulması, tabiî afet risklerine karşı tedbirler alınması, tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılmasıdır. Bu Kanun, yukarıda belirtilen amaçlar doğrultusunda oluşturulacak olan yenileme alanlarının tespitine, teknik altyapı ve yapısal standartlarının belirlenmesine, projelerinin oluşturulmasına, uygulama, örgütlenme, yönetim, denetim, katılım ve kullanımına ilişkin usûl ve esasları kapsar” şeklinde açıklanmıştır. Bu yasal düzenleme tarihsel süreç içerisinde yapısal, işlevsel, kullanım ve kültürel özelliklerini kaybetmiş sit alanı olarak tescil ve ilan edilen bölgeler ile bu bölgelere ait koruma alanlarının yeniden inşa ve restore edilerek, günümüz yaşamsal özelliklerine uygun duruma getirilmesi, tabiî afet risklerine karşı tedbirler alınması ihtiyacından doğmuştur. Kentleşme olgusunun dengesiz biçimde gelişmesi sonucunda ortaya çıkan çarpık kentleşme ve altyapı sorunları bu ihtiyacın ortaya çıkmasında en büyük etken olup, kültürel ve tarihi taşınmazların yer aldığı bölgelerde yaşanan köhneleşme olgusunun da giderilmesi için 5366 sayılı Kanun çerçevesinde yenileme alanı olarak tespit edilen yerlerde kentsel dönüşümün gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir. Bu Kanun’un en önemli özelliği ise sit alanı veya koruma alanı olan bölgelerde kentsel dönüşüm faaliyetlerinin nasıl yürütüleceğine dair düzenlemeler içermesidir.

2. YENİLEME ALANININ TESPİTİ

5366 sayılı Kanun çerçevesinde kentsel dönüşüm faaliyetinin yapılabilmesi için öncelikle yenileme alanlarının belirlenmesi gerekmektedir. Bu belirleme yine kanunda belirtilen idari makamlarca tespit edilerek “yenileme alanı” olarak ilan edilir.
5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilererek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun ve bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği uyarınca kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurulunca sit alanı olarak tescil ve ilan edilmiş olan bölge ve bu bölgelere ait koruma alanları içinde yer alan yıpranmış ve özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş olan alanlar yenileme alanı olarak belirlenebilir.
Yenileme alanlarının tespitinde yetkili idarenin kim olduğu “Alanların Belirlenmesi” başlıklı 2. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre yenileme alanları; il özel idarelerinde il genel meclisinin ve belediyelerde belediye meclisinin üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ile belirlenir. İl özel idaresinde il genel meclisince ve büyükşehirler dışındaki belediyelerde belediye meclisince bu konuda alınan kararlar, Cumhurbaşkanına sunulur. Büyükşehirlerde ise ilçe belediye meclislerince alınan kararlar, büyükşehir belediye meclisince onaylanması üzerine Cumhurbaşkanına sunulur. Cumhurbaşkanı tarafından da projenin uygulanıp uygulanmayacağına üç ay içinde karar verilir. 5366 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin “Yenileme alanı tespitine ilişkin hazırlıklar” başlıklı 8. maddesinde; Yetkili idarenin öncelikle yenileme uygulaması yapacağı bölgeyi tespit ederek halihazır harita üzerinde koordinatlı olarak yenileme alanı sınırlarını belirleyeceği, belirlenen yenileme alanında tüm çalışmaları yapmak üzere uygulama birimi görevlendireceği, yenileme alanının tespitinde, tarihi ve kültürel özellikler ile afet risklerinin dikkate alınacağı düzenlemesine yer verilmiş, “Mevcut durumun tespiti” başlıklı 9. maddesi ile “yenileme alanı sınırı” tespit edilmeden yapılması gereken, tespitler olarak; mevcut durumun tespiti için, alanın halihazır yapısı ve haritaları, kadastral bilgileri, taşınmazların mülkiyet durumu, mevcut kullanım fonksiyonları, bölgenin nüfus yapısı, uluslararası anlaşmalardan doğan kazanılmış haklar ve buna benzer konulardaki gerekli bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yetkili idare tarafından belirlenen yenileme alanı sınırları içindeki tüm taşınmazlar, belediyece ve il özel idaresince hazırlanacak yenileme projelerinin kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurulunca karara bağlanmasını müteakip bu Kanun’a göre yapılacak yenileme projesi hükümlerine tâbi olurlar. Yenileme alanları olarak belirlenen bölgelerde il özel idaresi ve belediye tarafından hazırlanan veya hazırlatılan yenileme proje ve uygulamaları ilgili il özel idareleri ve belediyeler eliyle yapılır. İl özel idaresi ya da belediyenin bu uygulamaları yapılabilmesi için Kanun’da yenileme alanı içinde bulunan taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkı ve tasarruf yetkisine ilişkin düzenlemeler de öngörülmüştür.

3. YENİLEME ALANI İLANI KARARINA KARŞI İPTAL DAVASI

  • GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME
2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun “İlk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülecek davalar” başlıklı 24. maddesinin a) bendinde; Cumhurbaşkanı kararlarına Danıştay ilk derece mahkemesi olarak bakılacağı düzenlemesine yer verildiğinden, yenileme alanı ilanına ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararına karşı açılan davalarda ilk derece mahkemesi olarak Danıştay görevli ve yetkilidir.
  • DAVA AÇMA SÜRESİ
2577 sayılı Yasa’nın 7. maddesinden de açıkça anlaşılacağı üzere ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava açma süresi ilan tarihini izleyen günden başlar. Ancak, bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililer, uygulama işlemine dayanak teşkil eden düzenleyici işlem için öngörülen dava açma süresi geçmiş olsa dahi, düzenleyici işlem veya uygulama işlemi yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilirler. Bir bölgenin Bakanlar Kurulu Kararı ile yenileme alanı olarak ilan edilmesiyle artık bu alanın 5366 sayılı Yasa kapsamına dahil olacağı ve uygulamaların 5366 sayılı Yasa ve uygulama yönetmeliği hükümlerine göre yapılacağı gözönünde bulundurulduğunda, yenileme alanı ilanına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı; tipik bir düzenleyici işlem olmamakla birlikte bireysel işlem olarak da nitelendirilemez. Bu haliyle yenileme alanı ilanına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararları öğretide genel işlemler ya da ara işlemler olarak nitelendirilen işlemlerdendir. Bu durumda yargılama yapılırken dava konusu kararların hem düzenleyici işlemlere özgü hem de bireysel işlemlere özgü nitelikler taşıdığının göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bu çerçevede, 2942 sayılı Kanun’un 10. ve 14. maddeleri uyarınca kendisine yapılan tebligat üzerine kamulaştırma işleminin iptalini talep eden davacının, yine aynı tebliğ tarihinden itibaren kamulaştırma işleminin dayanağı niteliğinde olan yenileme alanı ilanına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararının iptalini de isteyebileceği açıktır.(Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 14.03.2019 tarihli ve 2018/370 E., 2019/1118 K. sayılı kararı)
  • DAVA AÇMA EHLİYETİ
Yargısal denetim amacıyla her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idari işlemlerde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçüler içinde menfaat ilişkisi bulunması koşuluna ihtiyaç vardır. Her olay ve davada, yargı merciine başvurarak dava açan kişinin menfaatinin, iptali istenen işlemle ne ölçüde ihlal edildiğinin takdiri de yargı mercilerine bırakılmıştır. İptal davası açılabilmesi için gerekli olan menfaat ilişkisi kişisel, meşru, güncel bir menfaatin bulunması halinde gerçekleşecektir. Başka bir anlatımla, iptal davasına konu olan işlemin davacının menfaatini ihlal ettiğinden söz edilebilmesi için, davacıyı etkilemesi, yani davacının kişisel menfaatini ihlal etmesi, işlem ile davacı arasında ciddi ve makul bir ilişkinin bulunması gerekmektedir. Aksi halde, kişilerin kendisine etkisi bulunmayan, menfaatlerini ihlal etmeyen idari işlemler hakkında da iptal davası açma hakkı doğar ve bu durum idarenin işleyişini olumsuz etkiler. İdari işlemlerin hukuka uygunluğunun yargı yoluyla denetimini amaçlayan iptal davasının görüşülebilmesi için ön koşullardan olan “dava açma ehliyeti” iptal davasına konu kararın niteliğine göre idari yargı yerince değerlendirilmektedir. “Uyuşmazlık konusu olayda, davacıların maliki oldukları taşınmazın Fatih Belediye Encümeni’nin 24/08/2018 günlü, 688 sayılı kararıyla kamulaştırıldığı, İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22/05/2019 günlü, E:2018/446, K:2019/180 sayılı kararıyla da, davacılar adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın Fatih Belediye Başkanlığı adına kayıt ve tesciline karar verildiğianlaşılmaktadır. Bu durumda, dava konusu taşınmazın mülkiyetinin Fatih Belediye Başkanlığı’na devredilmesi karşısında, davacıların dava konusu işlem ile kişisel meşru ve güncel bir menfaat ilişkisinin kalmaması nedeniyle, subjektif dava açma ehliyetinin bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.” (Danıştay 6. Daire, 25.12.2019 tarihli ve 2019/21180 E., 2019/15123 K. sayılı kararı) Anayasanın Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler arasında yer verdiği “Çevrenin korunması” hususu, hem herkes için “sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını”, hem de “çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek ” ödevini tüm vatandaşlar için “hak ve ödev” olarak düzenlenmiş bulunmaktadır. 6235 sayılı F3 Birliği Kanununun 2.maddesinde de, “…Mühendislik ve mimarlık mesleği mensuplarının, müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlakını korumak için gerekli gördüğü bütün teşebbüs ve faaliyetlerde bulunmak. Meslek ve menfaatleriyle ilgili işlerde resmi makamlarla işbirliği yaparak gerekli yardımlarda ve tekliflerde bulunmak, meslekle ilgili bütün mevzuatı normları, fenni şartnameleri incelemek ve bunlar hakkındaki görüş ve düşünceleri ilgililere bildirmektir.” birliğin kuruluş amacları arasında sayılmış, 13. maddesinde; “Lüzum görülen yerlerde Birlik Umumi Heyeti karariyle (Türk mühendis ve mimarları odaları) açılabilir.” hükmüne, 14. maddesinde; “Her ihtısas şubesi yalnız bir oda açar. İhtisas ve iştigal mevzuları ayrı olan mühendis ve mimarlar; ancak ihtısas veya iştigal mevzularının taallük ettiği odaya kaydolunurlar.” hükmüne, 19. maddesinde ise; “Odalar, bu kanunun 2 nci maddesinde belirtilen amaç için Birlik Umumi Heyetince kararlaştırılan işlerden yalnız odalarını ilgilendiren kısımlar ile görevlidirler.” hükmüne yer verilmiştir. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının idari işlemlere karşı kuruluş kanunlarında gösterilen amaçları doğrultusunda dava açma ehliyetleri bulunmaktadır. Bu bağlamda esasen çevre ve kültür varlıklarının korunması, kişilerin sağlıklı bir çevrede yaşamalarının sağlanması için idareye başvuruda bulunulması, yargı kararlarının uygulanmasının istenilmesi kural olarak gerçek kişilerin ve amaçları doğrultusunda kurulan kamu ve özel hukuk tüzel kişilerinin görev ve yetki alanına girmektedir. Davacı odalar; yasalara, kamu yararına, planlama ve şehircilik ilkelerine aykırı gördükleri işlemleri kendi kuruluş amaçları doğrultusunda dava konusu yapma ehliyetine sahiptir. (Danıştay 6. Daire, 16.05.2019 tarihli ve 2015/6646 E., 2019/4389 K. sayılı kararı) Özellikle çevre, tarih ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını ilgilendiren konularda dava açma ehliyetinin geniş yorumlanması çevreyi geliştirmeyi, çevre sağlığını korumayı ve çevre kirliliğini önlemeyi Devlete bir ödev olarak veren, ayrıca herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu belirten Anayasa’nın 56. maddesinin zorunlu bir sonucudur.