1-) RİSKLİ ALAN TANIMI VE RİSKLİ ALAN TESPİTİ KARARI
A.) 6306 SAYILI KANUNUN 2. MADDESİ UYARINCA ALINAN RİSKLİ ALAN KARARI
6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunda; afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esaslar belirlenmiş ve bu kapsamda, 2. maddesinin 1. fıkrasının (ç) bendinde; “riskli alan”; zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan Cumhurbaşkanınca kararlaştırılan alan şeklinde tanımlanmıştır.
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin, “Riskli alanın tespiti” başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında da “Riskli alan;:
- a) Alanın, zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair teknik raporu,
- b) Alan sınırları içerisinde 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanuna göre afete maruz bölge olarak kararlaştırılan alan olup olmadığına dair bilgi ve belgeyi,
- c) Alanın büyüklüğünü de içeren koordinatlı sınırlandırma haritasını, varsa uygulama imar planını,
ç) Alanda bulunan kamuya ait taşınmazların listesini,
- d) Alanın uydu görüntüsünü veya ortofoto haritasını,
- e) Zemin yapısı sebebiyle riskli alan olarak tespit edilmek istenilmesi halinde yerbilimsel etüd raporunu,
- f) Bu fıkra uyarınca belirlenecek riskli alanlar için Ek-2’de yer alan Riskli Yapıların Tespit Edilmesine İlişkin Esasların EK-A bölümüne göre hazırlanan analiz ve raporu,
- g) Alanın özelliğine göre Bakanlıkça istenecek sair bilgi ve belgeleri, ihtiva edecek şekilde hazırlanmış olan dosyaya istinaden Bakanlıkça belirlenir ve karar alınmak üzere Cumhurbaşkanına sunulur.” düzenlemesine yer verilmiştir.
B.) 6306 SAYILI KANUNUN EK MADDE 1-1/A VE 1/B HÜKMÜ UYARINCA ALINAN RİSKLİ ALAN KARARI
26/04/2016 günlü, 29695 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6704 sayılı Kanun’un 25. maddesi ile, 6306 sayılı Kanun’a Ek Madde 1 eklenmiştir. Anılan madde; “(1) a) Kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu yerlerde; planlama ya da altyapı hizmetleri yetersiz olan veya imar mevzuatına aykırı yapılaşma bulunan yahut yapı ya da altyapısı hasarlı olan alanlar,
- b) Üzerindeki toplam yapı sayısının en az %65’i imar mevzuatına aykırı olan veya yapı ruhsatı alınmaksızın inşa edilmiş olmakla birlikte sonradan yapı ve iskân ruhsatı alan yapılardan oluşan alanlar, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek, sağlık, eğitim ve ulaşım gibi kamu hizmetlerinin düzenli bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla, Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca riskli alan olarak kararlaştırılabilir. Riskli alan sınırı uygulama bütünlüğü gözetilerek belirlenir.
(2) a) Riskli alan kararına karşı Resmî Gazete’de yayımı tarihinden itibaren dava açılabilir. Uygulama işlemleri üzerine riskli alan kararına karşı dava açılamaz.
- b) Birinci fıkranın (a) bendi uyarınca belirlenen riskli alanlarda kamu kaynağı kullanılarak gerçekleştirilen her türlü mal ve hizmet alımları ile yapım işleri, 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde belirtilen hâllere dayanan işlerden sayılır.” hükmünü içermektedir.
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin, “Riskli alanın tespiti” başlıklı 5. maddesinin 2. fıkrasında; “Bakanlıkça;
- a) Kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu yerlerde;
1) Planlama veya altyapı hizmetlerinin yetersiz olması,
2) İmar mevzuatına aykırı yapılaşmanın bulunması,
3) Altyapı veya üstyapıda hasar meydana gelmiş olması, sebeplerinden birinin veya bir kaçının bir arada bulunması halinde,
- b) Üzerindeki toplam yapı sayısının en az % 65’i imar mevzuatına aykırı olan veya yapı ruhsatı alınmaksızın inşa edilmiş olmakla birlikte sonradan yapı ve iskân ruhsatı alan yapılardan oluşan alanlarda, uygulama bütünlüğü gözetilerek belirlenen alanlar, riskli alan olarak belirlenmek üzere Cumhurbaşkanına sunulur. (b) bendi kapsamında riskli alan belirlenirken, alanda bulunan yapıların ruhsat ve yapı kullanma izin belgesi bilgileri ile imar mevzuatına uygunluk durumlarını gösteren bilgileri ihtiva eden Ek-4’te yer alan Yapı Değerlendirme Formunun doldurulması gerekir.” düzenlemesine, üçüncü fıkrasında ise; “TOKİ veya İdare, riskli alan belirlenmesine ilişkin bilgi ve belgeleri ihtiva eden dosyaya istinaden Bakanlıktan riskli alan tespit talebinde bulunabilir. Bakanlıkça, uygun görülen talepler, Cumhurbaşkanına sunulur. ” düzenlemesine yer verilmiştir.
Ek Madde 1-1/a ve 1/b hükmü ile, 6306 sayılı Kanun’un 2. maddesinde hükme bağlanan riskli alan düzenlemesinden farklı olarak, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu yerlerde; planlama ya da altyapı hizmetleri yetersiz olan veya imar mevzuatına aykırı yapılaşma bulunan yahut yapı ya da altyapısı hasarlı olan alanlar ile üzerindeki toplam yapı sayısının en az %65’i imar mevzuatına aykırı olan veya yapı ruhsatı alınmaksızın inşa edilmiş olmakla birlikte sonradan yapı ve iskân ruhsatı alan yapılardan oluşan alanlara ilişkin olarak, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek, sağlık, eğitim ve ulaşım gibi kamu hizmetlerinin düzenli bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla da riskli alan kararı verilebileceği hükmüne yer verilmiş olup, bu maddede, Kanun’un 2. maddesine göre, daha özel bir riskli alan ilanı hali düzenlenmiştir.
2. RİSKLİ ALAN KARARININ İPTALİ DAVASI
A. GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME :
2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun “İlk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülecek davalar” başlıklı 24. maddesinin a) bendinde; Cumhurbaşkanı kararlarına Danıştay ilk derece mahkemesi olarak bakılacağı düzenlemesine yer verildiğinden, riskli alan ilanına ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararına karşı açılan davalarda ilk derece mahkemesi olarak Danıştay görevli ve yetkilidir.
B. DAVA AÇMA SÜRESİ :
6306 SAYILI KANUNUN 2. MADDESİ UYARINCA ALINAN RİSKLİ ALAN KARARI YÖNÜNDEN :
6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un 6. maddesinin 9. fıkrasında; “Bu Kanun uyarınca tesis edilen idari işlemlere karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca dava açılabilir.” düzenlemesi yer almıştır.
“…Yukarıda belirtilen Anayasa ve Yasa hükümleri karşısında; özel kanunlarında aksine bir hüküm bulunmadıkça, idari işlemlerde dava açma süresinin başlamasında yazılı bildirimin esas olduğu, dava açma süresi hesabında ilân tarihinin, ancak “ilanı gereken” düzenleyici nitelikteki işlemler açısından dikkate alınacağı, bireysel nitelikteki işlemlere karşı ilgililerin, bu işlemlerin kendilerine yazılı olarak bildirildiği tarihten itibaren dava açabilecekleri kuşkusuzdur.
İdari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı kuralı, idari işlemlerin idare tarafından ilgililere açık ve anlaşılır bir biçimde duyurulması ve bu işlemlere karşı idari yollara veya dava yoluna başvurmalarına olanak sağlama amacını taşımaktadır. Bununla birlikte, idari işlemin niteliğinin ve hukuki sonuçlarının davacı tarafından bütünüyle öğrenildiği kimi davalarda, bilgi edinmenin (ıttılanın) yazılı bildirimin sonuçlarını doğuracağı ve dava açma süresine başlangıç alınacağı Danıştay içtihatlarıyla kabul edilmiştir. Ancak bu istisnai durumun kabulü, bilgi edinmenin dava açma süresine başlangıç alınması da, idari işlemin niteliği ve doğurduğu hukuki sonuç itibariyle davacılar tarafından öğrenildiğinin kanıtlanması koşuluna bağlı olup; bu koşulun gerçekleşip gerçekleşmediği açılan idari davada ancak idari yargı merciince karara bağlanabilir. Bir başka deyişle, her tür bilgi edinmenin (ıttılanın) idari dava açma süresine başlangıç alınacağı şeklindeki genel bir kabul, Anayasa’nın 125. maddesi ve 2577 sayılı Yasayla bağdaşmayacaktır.
Nitekim, 6306 sayılı Yasa’da, ayrım gözetilmeksizin, bu Kanun uyarınca tesis edilmiş tüm işlemlere karşı dava açma süresinin hesabında “tebliğ” tarihinin esas alınacağına dair 6/9. maddesindeki hüküm ile anılan Yasa’da, zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan alanların “Risli Alan” olarak belirlenmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararlarının Resmi Gazete’de yayımlanmasının zorunlu olduğuna veya Resmî Gazete’de yayımlanmış olmasının ilgililere tebliğ hükmünde olduğuna dair bir kurala yer verilmemiş olması da bunu doğrulamaktadır. Ayrıca, riskli alan belirlenmesi ve sonrasında tesis edilen işlemlerin Anayasa’da yer alan bir temel hak ve özgürlük olan mülkiyet hakkını kısıtlayıcı nitelikte sonuçlar doğuracak olması itibariyle, yazılı bildirim yapılması, Anayasa’da güvence altına alınmış olan hak arama özgürlüğünün de gereğidir.
Bu çerçevede, içeriği itibarıyla muhataplara tebliği zorunlu olan riskli alan ilan edilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararlarının, yazılı bildirim veya öğrenme üzerine yasal dava açma süresi içinde dava konusu edilebileceği açıktır…” (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 03.07.2017 tarihli ve 2017/952 E., 2017/2736 K. sayılı kararı)
6306 SAYILI KANUNUN EK MADDE 1-1/A VE 1/B HÜKMÜ UYARINCA ALINAN RİSKLİ ALAN KARARI YÖNÜNDEN :
26/04/2016 tarih ve 29695 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6704 sayılı Kanun’un 25. maddesi ile 6306 sayılı Kanun’a eklenen Ek 1. maddenin 2. fıkrasında ise; “Riskli alan kararına karşı Resmî Gazete’de yayımı tarihinden itibaren dava açılabileceği, uygulama işlemleri üzerine riskli alan kararına karşı dava açılamayacağı” düzenlemesine yer verilmiştir.
Ek Madde 1/2-a’da yer alan, riskli alan kararına karşı Resmî Gazete’de yayımı tarihinden itibaren dava açılabileceği ve uygulama işlemleri üzerine riskli alan kararına karşı dava açılamayacağı yolundaki düzenlemenin ise, Kanun sistematiği içinde değerlendirildiğinde, riskli alana ilişkin ana madde olan 2/ç maddesi uyarınca alınan riskli alan kararlarına karşı dava açma usulünü değil, Ek Madde 1-1/a ve 1/b’de belirtilen sebeplerle alınacak riskli alan kararlarına karşı dava açma usulünü düzenlediği sonucuna varılmakta olup, 6306 sayılı Kanun’un 2. maddesine göre alınan riskli alan kararlarına karşı, Ek Madde 1/2-a’daki özel düzenlemeye göre değil, genel kurallara göre dava açılabilecektir. (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 03.07.2017 tarihli ve 2017/952 E., 2017/2736 K. sayılı kararı)
Öte yandan; Anayasa’nın 40. maddesinin 2 fıkrasının gerekçesinde belirtildiği üzere, idari işlemlere karşı başvuru yollarının ayrıntılı düzenlemelerde yer alması, başvuru süresinin kısa olması veya olağan başvuru yollarına istisna getirilebilmesi nedeniyle, işlemlere karşı hangi idari birime, hangi sürede başvurulacağının idarelerce işlemde belirtilmesi hukuk güvenliği ilkesinin bir gereği olduğundan, Anayasa’nın 40. maddesiyle, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde haklarını arayabilmelerine kolaylık ve olanak sağlanması amaçlanmış; idareye işlemlerinde, ilgililerin kaç gün içinde, hangi mercilere başvurabileceklerini bildirme yükümlülüğü getirilmiştir.
Bu nedenle, nitelikleri gereği özel yasalarda, genel dava açma süreleri dışında ayrı dava açma süreleri öngörülmüş olan idari işlemlerin nitelikleri ve tabi oldukları dava açma süreleri idare tarafından ilgililerine bildirilmedikçe, özel dava açma sürelerinin işletilmesine, Anayasa’nın 40. maddesi hükmü uyarınca olanak bulunmamakta olup, 2577 sayılı Kanun’da açıkça belirtilen ve ilgililerce de bilindiğinin kabulü gereken genel dava açma sürelerinin işletilmesi zorunludur.
Dolayısıyla, her ne kadar 6306 sayılı Kanun’un 6. maddesinin 9. fıkrası ile 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesinin 2. fıkrasının (a) bendiyle, aynı maddenin 1. fıkrası uyarınca tesis edilen idari işlemler yönünden, 2577 sayılı Kanun’da öngörülen 60 günlük genel dava açma süresi 30 güne indirilmiş ise de, dava konusu işlemde bu hususun bildirilmemiş olması, bu davada özel dava açma süresinin değil, 60 günlük genel dava açma süresinin uygulanmasını gerekli kılmaktadır.
Diğer yandan, Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 19/06/2022 tarih ve 31871 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 15/03/2022 tarih ve E:2021/2, K:2022/1 sayılı kararında, ” (…) idarî işlemlerde dava açma süresinin belirtilmediği hallerde özel ve genel dava açma süresinin işletilmesi veya işletilmemesi konusunda Danıştay dava daireleri ile kurullarının kararları arasında var olan içtihat aykırılığının, içtihatların birleştirilmesi yoluyla bağlayıcı bir çözüme kavuşturulması ve içtihadın, “özel dava açma süresine tâbi bir idarî işlemde, dava açma süresinin gösterilmemiş olması durumunda, vergi mahkemelerinde 30, Danıştay ve idare mahkemelerinde 60 günlük genel dava açma süresinin uygulanması gerektiği; aynı şekilde genel dava açma süresine tâbi bir idarî işlemde dava açma süresi gösterilmemiş olsa da, 30 ve 60 günlük genel dava açma süresinin uygulanması gerektiği” yönünde birleştirilmesi sonucuna ulaşılmıştır. (…) 2- Yazılı olarak bildirilen özel veya genel dava açma süresine tabi idari işlemlerde dava açma süresinin belirtilmediği hallerde genel dava açma süresinin uygulanması gerektiği doğrultusunda içtihadın birleştirilmesine (…)” karar verilmiştir.
Her ne kadar söz konusu Kurul kararında “ilanı gereken işlemler” açısından açık bir hüküm kurulmamış olsa da Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrası ve gerekçesi ile anılan Kurul kararının gerekçesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde, ilan edilen edilen düzenleyici işlemler yönünden de bahse konu Anayasa hükümünün uygulanması ve uygulamanın da söz konusu Kurul kararı doğrultusunda yapılması gerekmektedir.
Bu açıklamalar çerçevesinde, uyuşmazlıkta, dava konusu edilen 6306 sayılı Kanun’un 2. ve Ek 1. maddeleri kapsamında riskli alan ilanına ilişkin Bakanlar Kurulu kararına karşı Resmî Gazete’de yayımı tarihinden itibaren dava açılabileceği belirtilmiştir. Ancak riskli alan kararları için otuz günlük özel dava açma süresi öngörülmüş ise de; Anayasa’nın 40. maddesi gereğince, kanunlarda özel başvuru yolu ve dava açma süresi öngörüldüğü hallerde bunun ilgililere açıkça ve ayrıca bildirilmesi gerektiğinden, bu husus işlemde açıklanmadığından, riskli alan kararının Resmî Gazete’de yayım tarihinden itibaren 60 günlük genel dava açma süresi içerisinde dava konusu edilebileceğinin kabulü gerekmektedir. (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 03.04.2023 tarihli ve 2023/538 E., 2023/637 K. sayılı kararı)
C. DAVA AÇMA EHLİYETİ :
1-) KİRACININ DAVA AÇMA EHLİYETİ :
Dosyanın incelenmesinden; davacının, dava konusu Cumhurbaşkanı Kararı ile riskli alan ilan edilen bölgede bulunan, mülkiyeti Bitlis Belediye Başkanlığına ait … Mahallesi, … ada, … parsel sayılı taşınmazda kiracı sıfatıyla ticari faaliyette bulunduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre; Bitlis Belediye Başkanlığınca verilen İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı çerçevesinde, söz konusu taşınmazda ticari faaliyette bulunması sebebiyle günlük yaşamının büyük çoğunluğunu riskli alan ilan edilen bölgede geçiren davacının, dava konusu işlemin uygulanması aşamasında, bu bölgede yürüttüğü ticari faaliyetinin sona erme ihtimalinin bulunduğunu gözeterek açtığı davada, subjektif dava açma ehliyetinin bulunduğu sonucuna varılmaktadır. (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 17.03.2021 tarihli ve 2021/244 E., 2021/518 K. sayılı kararı)
2-) DERNEKLERİN DAVA AÇMA EHLİYETİ :
Danıştay Ondördüncü Dairesinin 04/04/2017 günlü, E:2016/11479; K:2017/2029 sayılı kararıyla; Anayasanın Hak Arama Özgürlüğünü düzenleyen 36. maddesi uyarınca, dernekler, sendikalar ve meslek kuruluşları gibi sivil toplum örgütlerinin, kuruluş amaçları doğrultusunda, çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren konularda, idari yargı mercileri önünde iptal davası açabilecekleri ve hukuki menfaatleri somut, güncel ve meşru olmak kaydıyla bu tür sivil toplum kuruluşlarının kendi kuruluş amaçları çerçevesindeiptal davası açmasında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca özel (sübjektif) ehliyet sahibi oldukları anlaşılmakla birlikte davacı Ekoloji Derneğinin amacının, çalışma konularının ve faaliyet alanının düzenlendiği Dernek Tüzüğünün 2. maddesinde; “Derneğin, genelde Türkiye, özelde Diyarbakır’da tarihsel ve sosyal birlikteliğin sağlanması, ekosistemin korunması, doğa ve insan ilişkisinin bütünlük içerisinde olması ve toplumun bu konuda bilinçlenmesi amacı ile kurulmuştur.” düzenlenmesine yer verildiği, bu durumda; davacı Derneğin kuruluş amacı dikkate alındığında, dava konusu 6306 sayılı Kanuna dayanılarak alınan riskli alan ilan edilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararından dolayı meşru, kişisel ve güncel menfaatinin ihlal edilmediği, bu nedenlerle davacının subjektif dava açma ehliyetinin bulunmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir.
3-) VATANDAŞ OLARAK DAVA AÇMA EHLİYETİ :
Davacılardan E. K.’nın dava konusu Bakanlar Kurulu kararı ekindeki krokilerde belirtilen koordinatlar arasında taşınmazının bulunmadığı, kamu yararını korumak üzere kentli bir yurttaş olarak dava açtığının belirtildiği,
Bu durumda, dava konusu riskli alan sınırları içerisinde davacılardan E.K.’ya ait taşınmaz bulunmadığı dikkate alındığında, mülkiyet bağı veya hukuki ilgisi bulunmadığı açık olan taşınmazların riskli alan olarak ilan edilmesinin, adı geçen davacının meşru, kişisel ve güncelmenfaatini etkilememesi nedeniyle subjektif dava açma ehliyetinin bulunmadığı sonuç ve kanaatine varıldığı belirtilerek davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir. (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 20.01.2020 tarihli ve 2019/3268 E., 2020/33 K. sayılı kararı)
4-) TAPU TAHSİS BELGESİ HAK SAHİBİNİN DAVA AÇMA EHLİYETİ :
Anayasa’nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı, kapsam itibarıyla 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı olmamakla birlikte, taşınmaz mülkiyetinin Anayasa’nın 35. maddesindeki güvence kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. Anayasa’nın 35. maddesi kapsamındaki hakkının ihlal edildiğini ileri süren davacı, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle davacının, Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir.
“Mülk” kavramı “mevcut mülkler” ile sınırlı değildir; kıymetleri, başvuranın üzerinde mülkiyet hakkını fiilen kullanabilmeye yönelik makul ve “yasal bir beklentiye” sahip olduğunu iddia edebileceği arazileri de kapsar.
“Tapu tahsis belgesi”, imar ve gecekondu mevzuatı çerçevesinde; hazine, belediye, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve il özel idarelerinin müstakilen sahip oldukları taşınmazlar üzerinde 2981 sayılı Kanun’a göre belirlenen çerçevede ilgili kişilere tanınan ve şahsi hak içeren bir belge olup Kanunun aradığı şartların gerçekleşmesi durumunda, ilgilisine o taşınmazın mülkiyetini kazandıracak niteliğe sahiptir.
Yukarıda anlatılanlar çerçevesinde tapu tahsis belgesine sahip bir kimsenin, bu belgenin ait olduğu alana yönelik mülkiyet çıkarının, Anayasa’nın 35. maddesi hükmü ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1. No.’lu Protokol’ün 1. maddesinin ilk cümlesinin anlamı çerçevesinde önemli bir çıkar ve dolayısıyla bir “mülk” oluşturmaya yetecek doğaya sahip olduğu ve bu durumun davacı murisine verilen tapu tahsis belgesi ile idarece kabul edildiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Bu durumda, tapu tahsis belgesi sahibi olan davacının bakılmakta olan davayı açmakta; güncel, meşru ve kişisel bir menfaatinin varlığı açık olduğundan, Dairece davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir. (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 22.02.2018 tarihli ve 2017/1895 E., 2018/593 K. sayılı kararı)
D. DAVALILAR
Danıştayda açılacak davada, husumetin Cumhurbaşkanlığı ile birlikte Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına yöneltilmesi gerekmektedir.
E. RİSKLİ ALAN KARARININ İPTAL SEBEPLERİ :
Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleriyle kişilerin mülkiyet hakları güvence altına alınmıştır. Mülkiyet hakkının yalnızca kamu yararının mevcut olduğu durumlarda kanunla sınırlanabileceği de yine bu düzenlemelerde öngörülmüştür. Kanun koyucu tarafından olağan dışı kanun olarak düzenlenen 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında da kanunda sayılan idarelerce mülkiyet hakkına sınırlama getirilebilecektir.
Ancak, yine burada Kanun bu yetkinin kullanımını oldukça sıkı kurallara bağlamış ve Danıştay içtihatlarıyla da ortada kamu yararını ilgilendiren durumun bulunduğunun hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açık ve somut bir şekilde ortaya konulması şartına bağlanmıştır. (Danıştay 14. Daire, 17.02.2016 tarihli ve 2015/5053 E., 2016/974 K. sayılı kararı)
Danıştay 6. Dairesi; 6306 sayılı Kanun ile riskli yapı ilanına ilişkin kararlara karşı açılan davalarda, alanında uzman bilirkişilere yaptırılan incelemelerin birlikte değerlendirilmesinden; bir alanın üzerinde bulunduğu yapı stokunun can ve mal kaybına yol açma riski taşıması nedeniyle “Riskli Alan” olarak ilan edilebilmesi için,
- söz konusu alandaki binaların deprem riski belirlenirken daha çok binaların taşıyıcı sistemine ait parametrelerin (taşıyıcı eleman sayısı ve dağılımı, planda düzensizlik, düşeyde düzensizlik, lokal ve konstrüktif uygulamalar, vb.) dikkate alınması gerektiği,
- niceliksel bir yaklaşımla teknik açıdan anlamlı tanımlar çerçevesinde binaların risk seviyeleri açısından sınıflandırılabileceği, bu tip bir sınıflandırmayı gerçekleştirmek için bütün binaların ilgili Yönetmeliğinin ekinde yer alan hızlı değerlendirme formları ile değerlendirilmesi ve bina bazında elde edilen performans skorlarının sınıflandırma amacıyla kullanılması gerektiği,
- örnekleme yoluyla tipik binaların seçilmesi ve seçilen binaların ayrıntılı olarak incelenmesi geçerli bir yaklaşım ise de, detaylı risk çalışmasında binalar seçilirken hangi örnekleme yönteminin (tesadüfi/tesadüfi olmayan yöntemler) kullanıldığı ve örnek büyüklüğünün nasıl seçildiğinin açık olarak belirtilmesi gerektiği,
- anakütle (toplam bina stoğu) içerisinde hem yığma hem betonarme binalar varken örneklerin sadece yığma binalardan seçilemeyeceği,
- istatistiksel olarak betonarme binaları temsilen toplam bina sayısına orantılı bir şekilde binaların seçilmesi gerektiği,
- alanda yer alan yapıların deprem riskinin belirlenebilmesi için ise, bu yapıların teknik olarak incelenmesi gerektiği, bunun için, yapıların bulunduğu yerlerdeki deprem tehlikesi ve yapıların deprem performansını etkileyen yapısal özelliklerinin saha çalışmaları sonucunda elde edilmesi gerektiği,
- yapısal sistem özelliklerine göre sınıflandırılmış tip binalar seçilerek bunların ayrıntılı analizlerinin yapılması sonucunda bir korelasyon çıkarılıp buna göre genel yapı stokunun riskinin belirlenmesi gerektiği,
- bölgenin deprem riskini belirlemek için öncelikle deprem tehlikesinin hesaplanması gerektiği,
- deprem tehlike hesaplamasının ise bölgeyi etkileyebilecek depremlerin oluşma potansiyeli olan sismik kaynaklara bağlı olarak yapılabileceği, bu şekilde ayrıntılı bir hesaplamanın istatistiksel olarak bölgenin deprem tehlikesi hakkında bir veri olabileceği aksi takdirde yukarıda belirtilen çalışmalar yapılmadan alanın üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski konusunda değerlendirme yapmanın bilimsel kurallara ve dolayısıyla 6306 sayılı Yasanın amacına aykırı olacağı belirlenmiştir.
“…Uyuşmazlık konusu olayda, dava dilekçesinin ekinde dosyaya sunulan tapu kayıtları ve davalı idarelerin savunma dilekçesinin incelenmesinden; davacıların taşınmazlarının, Bakanlar Kurulu Kararının ekinde sınır ve koordinatları belirtilen İstanbul İli, Gaziosmanpaşa İlçesi, A1 Mahallesi sınırları içerisinde olduğu anlaşıldığından, A1 Mahallesine münhasıran yapılan incelemede, dava konusu riskli alan olarak ilan edilen mahalle üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair idarelerce hazırlanan raporlarda, binalar gözlemsel olarak incelenerek kalite olarak “iyi”, “orta” ve “kötü” diye sınıflandırılmış ise de, niceliksel bir ölçüt verilmediği ve diğer bilgilerin genel itibarıyla gözlemsel bilgiler içerdiği, İstanbul’un önceki yıllarda yaşamış olduğu depremler sonucunda söz konusu yapıların olumsuz olarak etkilenip etkilenmediği yolunda belirlemeye yer verilmediği, değişik tipteki yapılardan örnekleme suretiyle karot veya numune alınmak suretiyle teknik bir metot üzerinde çalışılmadığı, yapıların hangi yönlerden can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını kanıtlayacak yeterli bilgi içermediği, söz konusu alana ilişkin detaylı zemin etüdü verisi ve buna bağlı olarak su taşkını konusunda yeterli veri bulunmadığı hususları dikkate alındığında, dava konusu alanın riskli alan ilan edilebilmesi için Kanunun ve Uygulama Yönetmeliğinin öngördüğü koşulların detaylı bir teknik rapor ile oluşturulmadığı sonucuna ulaşılmıştır…” (Danıştay 6. Daire, 23.06.2020 tarihli ve 2019/2563 E., 2020/5869 K. sayılı kararı)
“…Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü Riskli Yapılar Daire Başkanlığı tarafından seçilen 3 (üç) ayrı tip yapının analizi sonucunda elde edilen performans düzeyini temel alarak, dava konusu alan üzerindeki bütün yapılar hakkında genel bir kanaate ulaşılmaya çalışılmasından ve seçilen 3 (üç) ayrı tip yapı dışındaki diğer yapılarda, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ve bu kanunun Uygulama Yönetmeliği kapsamında belirtilen hususlar çerçevesinde, detaylı bir şekilde performans ve riskli bina analizi yapılmayıp, bu yapılar için sadece gözlemsel tespit ve incelemelerin dikkate alındığı, riskli alan olarak ilan edilen; Ankara İli, Çankaya İlçesi, Namık Kemal Mahallesindeki dava konusu alan üzerindeki bütün yapıların; 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2/ç maddesinde belirtilen can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığı konusunda kesin bir hükme varılamayacağı, ancak dava konusu alan üzerindeki yapıların bazılarında, bodrum kat dış ve iç duvarlarında, yapının taşıyıcı duvarlarında belirgin çatlakların ve ayrılmaların oluştuğu; bazı yapıların çevresindeki tretuvar betonlarının yer yer deformasyona uğradığı, söz konusu bu hasarların varlığı; dava dosyasında bulunan, eski tarihli teknik inceleme raporlarında da ifade edildiğinden; bu çatlakların yakın zamanda oluşmadığı, bilirkişilerce incelenen yapılarda kullanılan taşıyıcı tuğla ve bağlayıcı harcın oldukça iyi durumda olduğu, söz konusu yapılar üzerindeki performans ve riskli bina analizi yapılmadan önce, tuğla ve harçlardan yeterli örnek alınarak gerçek malzeme dayanımın belirlenmesi ve analizlerde bu dayanımın kullanılması gerektiği ve yapılarda bulunan bodrum katların, tekniğine ve yapılma amacına uygun olarak analizlerde dikkate alınması gerektiği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü Riskli Yapılar Daire Başkanlığı tarafından yapılan analiz hatasının, yapının performans düzeyini değiştirecek mahiyette olduğu, dava konusu alan üzerindeki yapılardan seçilen 3 (üç) ayrı tip yapının analizi sonucunda elde edilen performans düzeyini temel alarak, dava konusu alan üzerindeki bütün yapılar hakkında genel bir kanaate ulaşılmaya çalışıldığından bahisle; dava konusu alan üzerindeki yapıların tamamı için; 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2/ç maddesinde belirtilen can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığı hükmüne varılamayacağı, 18.11.2013 gün ve 2013/5594 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile “Riskli Alan” olarak ilan edilen ve kentsel sit kimliği taşıyan Ankara İli, Çankaya İlçesi, Namık Kemal Mahallesi sınırları içerisinde bulunan alanın; çevre, sağlık, güvenlik (yıkılacak derecede can ve mal güvenliği açısından tehlike arz edip etmediği) açısından risk taşıdığı iddia edilerek, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. maddesi uyarınca “Riskli Alan” olarak ilan edilmesi için gerekli koşulların oluşmadığı ve dava konusu alan üzerindeki yapıların bazılarında, bodrum kat dış ve iç duvarlarında, yapının taşıyıcı duvarlarında çatlakların ve ayrılmaların oluştuğu ancak bu çatlakların yeni tarihli olmadığı, bu çatlakların tekniğine uygun olarak ve çimento veya epoksi enjeksiyon ile onarılabileceği, bazı yapıların çevresindeki tretuvar betonlarının deformasyona uğradığı, yapıların genel bir bakıma ihtiyaç duyduğu, bir çok yapı da ise çatlak vb. hiçbir hasar bulunmadığı görüşüne yer verilmiştir. Bu durumda; bilirkişi raporu ile dosyada yer alan bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda, 18.11.2013 günlü, 2013/5594 sayılı dava konusu Bakanlar Kurulu kararında kamu yararına ve hukuka uyarlık bulunmamıştır.” (Danıştay 14. Daire, 25.02.2016 tarihli ve 2013/11002 E., 2016/1134 K. sayılı kararı)